Tarihte Safran
Dünyanın en pahalı baharatı; altın kadar değerli, safran çiçeği... Kleopatra’nın güzellik sırrı ve Büyük İskender’in savaş yaralarını iyileştiren bir çiçek..
Safran sözcüğünün kökenleri de bize yol hikayesine dair ipuçları veriyor. Safran kelimesi Arapçada sarı renk anlamına gelen asfar kelimesinden türetilmiş; safran baharatı anlamına gelen za’feran da Latinceye safranum, zazafrán, safran ve saffron gibi farklı dillerde yerini almış..
Safran, süsengiller familyasına ait. Sonbaharda çiçek açan çiğdem (Crocus) cinsi soğanlı bir kültür bitkisi. Safranın atası ise yine bir çiğdem türü olan Crocus cartwrightianus. İnsanlar aşırı uzun tepeciğe sahip olan örnekleri seçerek yetiştirmiş ve Crocus sativus ortaya çıkmış
Narin, mor renkli çiçekleri var; onu değerli kılan da hem şifası hem de kendine özgü rengi… Bütün maharet de tam ortasından çıkan kırmızımsı turuncu üç adet stigmada saklı. Boya olarak da kullanılan dünyanın en pahalı baharatı, bunların toplanıp kurutulmasıyla elde ediliyor..
Kültüre alınması, yetiştirilmeye başlaması ise 3.000 yıl öncesine kadar uzanıyor; Bronz Çağı’nda Girit’te, Minos Uygarlığında ortaya çıkmış. Bugün Santorini olan, antik Thera adasındaki Akrotiri harabelerinde bulunan MÖ 1600’lere ait bir fresk, safran hasadını anlatıyor.
Safrandan bahseden ilk doküman ise Asurlulara ait. Aşurbanipal’in hüküm sürdüğü MÖ 7. yüzyıla ait botanik bilgiler içeren bir tablet ilk kayıt olarak kabul edilir.
Antik Akdeniz uygarlıklarında parfümlerde, merhemlerde, maskaralarda, sunaklarda ve tıbbi tedavilerde safran kullanılırmış. Strabon, Geographika'da Roma döneminde en iyi safranın cennet-cehennem mağarası yakınında yetiştiğini yazmış.
Persler de Derbena, İsfahan ve Horasan'da safranı yetiştirip, dokumalarda, boyalarda, parfüm ve ilaçlarda kullanmışlar. Safran lifleri yataklara serpilir; melankoliyi iyileştirmek için ya da afrodizyak olarak sıcak çaylarla karıştırılırmış.
Zerdüşt dininin kutsal bitkilerinden biri de safran. Bu inanışa göre; safran yani zeferan çiçeği insanların iyiliğini, huzur ve güvenliğini sağlayan Zamyad adlı bir meleğin çiçeğidir.
Büyük İskender MÖ 334 yılında, İran’ı ele geçirdiğinde safranla tanışmış olmalı. Asya seferleri sırasında yemeklerinde safranı baharat olarak kullandığı gibi savaş yaralarını tedavi etmek için safranlı banyo kürü de yaparmış.
Safranın Güney Asya’ya gelişiyle ilgili birbiriyle çelişen teoriler var: Keşmir ve Çin söylencelerine göre safran 900 ila 2500 yıl önce bir zamanda buralara ulaşmış. Kimi söylenceler MÖ 500’lerde, Perslerin Keşmir’de koloni kurmasıyla safranın bu topraklara girdiğini söylüyor.
Eski Çin tıp kitaplarında da safranın önemli bir yeri vardır. MÖ 200 ile 300 yıllarından kalma Shennong Bencao Jing'in kırk ciltlik "Büyük Şifalı Bitkiler Kitabı"nda farklı rahatsızlıklar için safran esaslı tedaviler önerilmiştir. ( Gou Zhu çizimiyle Shennong, 1503)
7. yüzyıldan Ermeni doğa bilimlerinin babası Anania Shirakatsi de safrandan söz ediyor, Çin’i anlatırken: “Orada o kadar çok safran vardır ki eğer birisi bembeyaz giyinmiş şekilde, beyaz bir atın üstünde ve beyaz bir şahin ile ava çıksa geriye döndüğünde hepsi sapsarı olurdu.”
Safran Hititlerden beri Anadolu’da ilaç olarak bilinir ve kullanılır. . 14. yüzyıl başlarında Anadolu’nun bir çok bölgesinde safran yetiştirilmiş.İbni Battuta seyahatnamesinde “Burada ne bağ ne bahçe var. Safrandan başka bir şey yetiştirilmez” der.
Mardin’deki Deyr-ül Zeferan da adını safrandan alır. Bir rivayete göre manastırın yapımı sürerken, yolu manastıra düşen bir kervan sahibi buradan etkilenerek kalmaya karar vermiş ve yükündeki safranı da manastırın harcına karıştırmış. Manastırın sarımsı rengi de buradan gelmiş.
Safranın Osmanlılar döneminde de önemini korumuş. 1858 yılında İngiltere'ye, 9705 kg safran satılmış.Safran ticareti geçmişte büyük önem taşımıştır.